26 Haziran 2009 Cuma

YAŞAYIP DA UNUTAMADIĞIM

Klasik bir başlangıç yapacağım bende. Yıl 1984. Sıcak bir yaz
günü. ANKARA’da o zamanlar gençlerin en popüler semti olan Kızılay’da
biraz olsun birikmiş sıkıntıları atmak amacıyla vitrinlere bakarken
şu an bile unutamadığım bir anı anlatacağım arkadaşlar. O zaman öyle
Armada, Migros gibi yerler yok. Ünlü moda evleri ve tekstil firmaları
Kızılay’da en küçük yeri bile tutmuşlar, en pahalı, en modern giysileri satıyorlar.

(Ben de bakıp, iç geçirip alamayanlardandım)

Evet Bakanlıklar’da tanınmış bir mağazanın önünde durmuş
kıyafetlere bakarken; bir genç kadın, yanında yaşlı bir teyze 4-5 yaşlarında bir
çocuğun elini tutmuş. Birlikte mağazaya yöneldiler. Mağazanın kapısında ki
tezgahtar arkadaş müşteri karşılıyorlar. Genç bayan mağazadan içeri girdi,
arkadan yaşlı teyze ve çocukta içeri girerken kapıda müşteri karşılayan görevliler
yaşlı kadının kolundan tuttular. Belliki dilenci sanmışlardı. Mağazaya
giremeyeceğini söylediler ve açık açık “defol git” diye bağırdılar. İçeri girmiş olan genç kadın arkasını döndü ve öylece bakakaldı. “ANNE” dedi. “ANNEM BENİM O!!”

Bir an görevliler ne yapacaklarını şaşırdılar. Ya ben… eridim arkadaşlar eridim
orda. Yaşlı teyze öyle çok utanmıştı ki. Kendini suçlu hissediyordu.

Kızını utandırdığını düşünüp iyice büküldü..büküldü..Kendimi bir an o genç kadının ve yaşlı teyzenin yerine koydum. Ve o an çıldırdım..

Dün gibi hatırlıyorum. Olanlara seyirci kalamadım. Belki de gençliğin verdiği
bir delikanlılıkla hiçte hoş olmayan sözler sarf ettim orada. Anladım ki o
zaman mağazalara girmek için belli bir giyim tarzı olmalıymış. Zira teyze
basmadan bir elbise altına da bir şalvar giymişti. Yurdumun köylü kadınıydı o.
Genç kadının gözlerinden erik büyüklüğünde akan yaşlar hala içimi sızlatır.
Sonradan dilenen özürler o insanların kırılan onurlarını ve kırılan gönüllerini tamir etmedi eminim. ...

SEN YÜREĞİNDE NE TAŞIDIĞINI KENDİN BİLMEZSEN, BİR BAŞKASININ DA YÜREK TAŞIDIĞINI VE YAŞADIĞINI NASIL ANLAYACAKSIN.


Kalp tiktaklarınızın engin vicdan ve sonsuz sevgiler ile atması dileğiyle....

GILORYANIN CAFESİ Mİ? SÜLEYMANIN KAHVESİ Mİ?

Ne kadar mesafeli olmaya çalışsak da, yenileşme yada değişim diye sunulanlardan uzak
kalamıyor insan. Modern alış-veriş merkezlerinden birinde yeni aldığımız elektronik
bir aygıtın sorununu gidermek için satın aldığımız yer; bir saat içinde
bitirebileceklerini söyleyince biz de eşimle şöyle bir etrafa bakalım dedik.
Başkent te bulunan bu modern yerde Türkçe isimli hemen hiçbir mekan yok gibi. Oturup dinlenmek için bir yer bakınırken, gözümüz GILORYA nın kavesine takıldı, bizim alışık olduğumuz Memiş efendinin Kıraathanesi yada Süleymanın Kahvesinden oldukça farklı gözüküyordu. Oturduk Gıloryanın cafesine, normal çay yok, sallaması var, hadi bari kavesini içelim dedik, yanında süslü ve ecnebi adıyla bir tatlı, hesap 20 YTL. Diğer oturanlara göz ucuyle şöyle bir baktım, tek oturanlar, hatta arkadaşları ile oturanlar bile kendi içlerinde yalnız. Süleyman ın Kavesindeki o sıcak ortam, samimiyet, dostça konuşmalar, arkadaşlıklar yok. Yandaki masadaki bir genç kız cep telefonu ile konuştuğu arkadaşına özellikle vurgulayarak, hemde ecnebi adıyla “gıloryada” olduğunu söylüyordu. Kendi memleketinde, yabancı marka merakı içinde, etrafına ve kendine hızla yabancılaşmaya başlayan ve aynı zamanda yalnızlaşan bir çok insanın mekanı olmuş buralar. Sayıları da her geçen gün hızla artıyor.

Bu arada Süleymanın Kahvesinde belki tatlı yiyemezdik ama kendi damak tadımıza uygun tiryaki bardağında davşan kanı çay, yada bol köpüklü TÜRK kahvesini höpürderek içerdik. Ve bunlar için en fazla 2 YTL öderdik.

25 Haziran 2009 Perşembe

ÇÖPTEN EKMEK YEDİM!

Bu yazı daha önce blogcuda yayınladığım bir yazı. Kalıcılığı açısından buraya taşıdım..

Şu an gece saat 02.30. Uyku tutmadı, hem de karnım çok acıktı.
Çok yoruldum, herhalde yorgunluktan uyuyamıyorum. Önce bir duble süt
içmeliyim ve yanında da yarım ekmek olmalı diye düşündüm. Ve bunu büyük
bir hazla gerçekleştirmek için mutfağa gittim. Biliyorum çok zararlı gecenin
bu saatinde yemek yemek ama, bunu ben hep yapıyorum zatenOturdum
bir güzel yemeğe. Tam ekmeğimi ısıracakken aklıma yaşadığım bir anım geldi.
Ne biliyor musunuz arkadaşlar, BEN ÇÖPTEN EKMEK YEMİŞTİM….
Bunu yazmak istedim. Hiç unutamadığım bir anıdır benim için. Allahın
verdiği bu dersi hiç unutmayacağım da.

İşyerindeyim. Çalıştığım yer o zaman tam beşinci kat. İn çık yapmaktan
hiç hoşlanmam. İşler çok yoğun. Denetleme haftası. Yemek yemeğe fırsatımız
yok. Bunu bildiğim için evden bir şeyler hazırlayıp götürüyordum. Ekmek arası
bir şeyler işte. Hafta başıydı. Yine ekmeğimin arasına kayınpederimin Kars'tan getirdiği kaşar peynirinden öyle bir dilimlemişim ki, hiç görmemişler gibi..
Naylonlu bir şekilde çekmeceme koydum. O gün nefes alamadım çalışmaktan. Ekmeğimi yemeyi bile unutacak kadar. Ben o ekmeği orda unuttum tabi. Salı, Çarşamba oldu. Baktım çekmecemde duruyor. Aman dedim bayatladı, atayım
çöpe gitsin. Ve acımasızca attım arkadaşlar ekmeği. Çöp kovam büyük, masamın altında duruyor. Tam dolmadan da boşalttırmıyorum.Aradan bir hafta sonu geçti.
Yani pazartesiden pazartesiye. O gün işe geldiğimde hiçbir şey getirmemiştim
evden. Doğrusu dışardan yiyecek paramda yoktu herhal deki, dışarı çıkamadım. Yiyecek bir şey yok. Kimseden bir şey istemem. Öylesine acıkmışım ki taş bulsam
taşı bile yiyeceğim Birden beynimden bir ses “çöpteki ekmek” diye….Hemen
kapımı kitledim. Çöpü boşalttım olduğu gibi yere. Aman allahım. “hazine buldum” Ekmeğim orda duruyor, naylona sarılı, bana bakıyor. Hemen aldım.Naylonunu
çıkarttım. Ekmek te, peynirde küflenmiş. Aman olsun ben peynirin küflüsünü
severim. Ya ekmek…..Hiç küflü ekmek yememiştim. Ama yedim arkadaşlar.
Nefessiz bir şekilde. Düşen kırıntıları bile parmaklarımla bastırarak topladım
yedim.
Açlık bambaşka bir şeymiş.

Düşündüm dedimki kendi kendime bu bir ceza bana. Varlığın kıymetini, yokluğunu görünce anlamıştım. O hayatımda yediğim ve hiç unutmadığım en
lezzetli küflü ekmekti.
Çok utanmıştım, hemde büyük bir ders vermişti bana yaradan.
Allah kimseyi açlıkla islah etmesin.

SOFRANIZDAN VE GÖNLÜNÜZDEN DE BEREKET EKSİK OLMASIN DOSTLAR…

24 Haziran 2009 Çarşamba

DOLDURULMAYI BEKLİYORDU BU BLOG

Belki bir yıl oldu bu blogu açalı. Tarih hatırlamıyorum. Ama blogcuda bir takım teknik sorunlar olmaya başlar başlamaz, yetti gayli deyip aha bu blogu açtım. Bir iki yayın da yapmıştım aslında. Sildim. Yayınladım. Kaç kez yaptım bilmiyorum. Bırakmıştım yine. Gel görki blog yapmak baş belası birşey. O seni bırakmıyorki. Nere gitsem peşimden geliyor. Kafamda şunu da yapsam, bunu da koysam, şablonu şöyle dizayn etsem, böyle resim koysam.. Doğrusunu söylemek gerekirse (bir özeleştiri) sanki birazda kazanç mı sağlamak istedim ne:))) Hemen Googleye başvuru. Adense reklamları. Sanki çok önemliymiş gibi gururlanmalar, bir hava atmalar.. .Al sana gurur. 1 yıl demeden reklamlar kalktı blogcu sayfamdan. İtiraf etmeliyimki bu reklam işinin b...nu çıkardık birkaç arkadaş.Neye uğradığımı şaşırdım. Kendim tıklamadımki banlasınlar beni.. Valla çok bozuldum. Benim gibi yüzlerce arkadaşımın reklamlarıda kalktı. Ama beni sadece şu düşündürdü. Tam Ekonomik kriz başgösterdi ki, 1 hafta sürmedi reklamlarım kalktı. Kendimi doğruladım ama. Öyle olabileceğini tahmin etmiştim. İçerde param da kaldı işin kötüsü. Neyse ben googleye bağış yaptım onu, daha çok gelişsin diye:))

Belki arkadaşlarım arasında ne biçim bir blog ismi diyen olabilir. Zurnanın zırt dediği yerde aklıma geldi bu isim. FİSTANİYEGAH, önce ilginç olduğunu düşündüm. hatta özellikle bir iki arkadaşıma da sordum. Biri çok beğendi, biri hiç beğenmedi. Sonra o beğenmeyen arkadaşım ' düşündümde sonradan kulağıma çok hoş gelmeye başladı ' demişti. Öylece bırakmıştım. Dolmayı bekliyordu. İlk yazım ve böylece devam edecek. Her türlü konuyu yazmayı düşünüyorum. İllaki blog ismiyle örtüşmesini beklemeyin ama.. E artık yorumlarınızla destek vereceksiniz değilmi bana. Unutmadan yazayımda sonradan biz bu yazıyı blogcuda da görmüştük demeyin. Bazı yazılarımı buraya taşıyacağım arkadaşlar...

DÜNYANIN AYAK İZLERİ


Blog Listem